Güney Afrika’daki İsandlavana ana tepesi önünde gerçekleşen savaşta, 20 bin zulu savaşçısı kibirli ve açgözlü britanya ordusunu ağır bir hezimete uğrattı. O gün, güneşin de tutulmasıyla Büyük Britanya bir süreliğine karanlığa büründü ve Teğmen Browne’dan gelen “Allah aşkına geri dönün, ordugah kuşatıldı!” şeklindeki yardım çağrısı mağlubiyetin sembol sözü haline geldi. Ne var ki ilk şoku atlatan Britanya teknolojik üstünlüğünü kullanarak galip gelmeyi başaracak ve Zuluların toprakları işgal edilecekti. Britanya’nın emperyal gölgesi Güney Afrika’yı da kana ve karanlığa boğmaya hazırdı.
SANDLVANA MUHAREDESİ
Zuluların efsanevi lideri Şaka Zulu Güney Afrika topraklarında güçlü bir krallık bırakmış; ülkesini kabile seviyesinden çıkarıp belirli ölçüler- de devlet mekanizması kurmuştu. Ayrıca ordusunu güçlendirmiş, alay ve bölük sistemine geçip disiplinli ve etkili bir savaş makinesi kurmayı başarmıştı. Özellikle “Boğa boynuzu” (Bull Horn) taktiği Britanya ile girişilen savaşlarda başarıyla tatbik edilmişti. Buna göre merkez düşmanı oyalarken, boynuzu oluşturan sağ ve sol kollar düşmanı yan cepheler- den sarıp kuşatma altına alınmasını sağlıyordu.
1870’li yıllara gelindiğinde Büyük Britanya Güney Afrika’da etkisini büyük oranda arttırmış vaziyetteydi. Hollanda, Ümit Burnu kolonilerini Britanya’ya kaptırmıştı fakat bölgede bağımsız “Çiftçi” (Boer) devletleri mevcuttu. Bu devletlerde aslen Hollandalı olan vatandaşlar hüküm sürüyordu. Bunların yanı sıra farklı Afrikalı kabileler mevcuttu. Natal ve Transvaal Boer devletçiklerini ilhak eden Britanya, Zulu Krallığı sınırlarına dayanmıştı.
Britanya, tipki Kuzey Amerika ve Hindistan’da uyguladığı gibi Güney Afrika bölgesini de tek bir sömürge merkezine bağlamak arzusundaydı. Büyük ve güçlü Zulu Krallığı bu hedefin önünde bir engel olarak duruyordu.
Krallığın başında bulunan Çetvayo (Cetshwayo) kaMpande kanlı bir iç savaşın sonunda kral olmayı başarmıştı. Kendisi efsanevi Zulu Kralı Şaka Zulu’nun kuzenidir. Kendinden evvelki kral ülkesini ticarete açmış ve Hıristiyan misyonerlik faaliyetlerine izin vermişti. Çetvayo ise tahta geçtiği gün misyonerlik faaliyetleri- ni durdurduğunu ve Hıristiyanlığı seçen Zuluların idam edileceğini ilân etmişti.
Sınır bölgelerinde tansiyon yükseliyor, her iki tarafın askerleri sınır hat- tını aşıyor ve esirler ele geçiriyorlardı. Karşılıklı ateş sonucunda yaralanma vakaları ve ölümler süratle artmak- taydı. Sınır ihtilaflarının, Britanya’ya düşman olan Boer devletlerinin desteğiyle Zulu Krallığı lehine sonuçlan- ması bardağı taşıran son damla oldu. Britanya’nın Güney Afrika Yüksek Komiseri Sir Bartle Frere’nin öfkeden gözü dönmüştü.
Britanya durumu müzakere etmek için Aralık 1878’de Zulu delegasyo- nunu davet etti. Ne var ki Britan- ya’nın isteklerini işiten Zulu delegas Geleneksel kalkan ve ikiva (iklwa) denilen mızraklarıyla Zulu savaşçıları. Ne var ki Britanya’nın isteklerini işiten Zulu delegasyonu büyük bir hayrete düştü; çünkü buraya tek taraflı dayatma için değil, müzakere için gelmişlerdi.
Zulu Kralı Çetvayo kaMpande (1826-1884)
Britanya taleplerini şöyle sıralıyordu: Misyonerlik faaliyetlerine tekrar izin verilmesi, suçluların cezalandırılması ve tazminatın ödenmesi, 30 gün içinde 40 bin kişilik Zulu ordusunun silah bırakıp fesh edilmesi… Ayrıca anlaşma hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığını takip etmek için Zulu Krallığı’nda İngiliz diplomatlar ikamet edecekti. Aksi takdirde Britanya, hükümleri hayata geçirmek için Zulu Krallığı’nı işgal edecekti. Britanya’nın istekleri kabul edilebilir nitelikte değildi. İngilizlerin istediği de buydu zaten.
Zulu Krallığı’nda ise vaziyet karışıktı. Kimse İngilizlerin böyle bir şeye cüret edeceğini düşünmemişti. Hatta anlaşma şartları o kadar uzundu ki, Zulular metni anlamakta zorluk çektiler. Buna rağmen tazminatın bir kısmını ödemeyi kabul ettiler fakat geri kalan şartlar Zulu Kralı Çetvayo tarafından kesin bir şekilde reddedildi.
MARTİNİ-HENRY TÜFEĞİNE GÜVENDİLER
Kral Çetvayo seferberlik ilân ederek generalleri ve askerleri etrafında top- lamaya başladı. Ultimatom 11 Ocak 1879’da sona eriyordu ancak General Lord Chelmsford bu tarihi beklemeden, ordusunu dört koldan Zulu topraklarına girmeye hazırlamıştı bile. Üstelik resmi makamlardan izin almaya gerek duymamıştı. İşgal girişimini haber alan Kral Çetvayo’nun şaşkınlığını, “Çetvayo size kötülük yapmadı, topraklarımı işgal etmek için başka bir sebep olmalı” sözleriyle dile getirdiği rivayet edilir.
Britanya ordusu oldukça güçlü bir donanıma sahipti. Piyadelerde döne- min en iyi silahlarının başında gelen kuyruktan dolma Martini-Henry tüfeği bulunuyordu. (Osmanlı İm- paratorluğu bu silahı iki sene evvel Plevne’de Ruslara karşı etkili bir şekilde kullanmıştı.) Ayrıca Britanya ordusu seri atış gücüne sahip toplar ve Gatling Gun isimli, dakikada 400 mermi atabilen makineli tüfek- lere sahipti. 16 bin kişilik Britanya ordusunda çok sayıda sömürgeden getirilen askerler de mevcuttu. Düzenli İngiliz piyadesinin dışında diğer siyahi birlikler İngiliz subayları tarafından yönetiliyordu. Ordu, dört koldan hareket ederek Zulu ordusunu etkisiz hale getirip zafere ulaşmayı planlıyordu.
“ÖLÜLERİMİZİN YASINI TUTACAK GÖZYAŞIMIZ YOK”
Meydan başta Albay Pulleine ve Albay Durnford olmak üzere, 800’ün üzerinde İngilizin ve 500’e yakın sömürgeden getirilen siyahi askerin cesetleriyle doluydu. Ordugâhtaki katliamdan çok azı kaçmayı başarmıştı. Zulular 1.000 kadar Martini Henry tüfeği, 200 bin mühimmat onlarca erzak yüklü vagon, yüzlerce küçük ve büyük baş hayvan ve iki adet sahra topu ele geçirdiler. Isandivana Muharebesi’nde öldürülen İngiliz komutan sayısı meşhur Waterloo Muharebesi’nden öldürülenlerden daha fazlaydı.
Zuluların kayıpları tam olarak bilinmese de ateşli silahlara karşı girişilen bu savaşta zayiatın oldukça yüksek olduğu tahmin ediliyor. Nitekim Kral Çetvayo’ya ölü sayısı bildirildiği vakit “Ölülerimizin yasını tutacak yeterince gözyaşımız yok” diye karşılık verdiği rivayet edilir.
Zulu ordusunun sayısı 40 bin civarındaydı. Zulu savaşçıları geleneksel kalkan ve iklva (iklwa) denilen mızraklar kullanıyorlardı. Ateşli silahların sayısı yetersizdi; Beyaz Adamdan alınan eski silahların ise çoğu çalışmıyordu. Teknolojik üstünlük İngilizlerin lehine olmasına rağmen Zulu ordusu son derece disiplinli bir şekil- de hızlı hareket edebiliyordu. Hatta Zulu savaşçılarının koşu hızının atlı İngiliz süvarisine denk olduğu İngiliz kaynaklarında geçmektedir. Bu kabiliyet gelecekte yaşanacak savaşta mühim bir rol oynayacaktı. Batılı olmayan halklara üstten bakmaya alışmış İngilizler zaferden o kadar eminlerdi ki General Lord Chelmsford, “Martini Henry tüfeğinin etkisi Zuluları dehşete düşüreceği için çok fazla bir direniş gösteremeyeceklerini düşünüyordu.
“ADETA GÖLGE AVLIYORDUK”
Ultimatomun 11 Ocak’ta sona erme- siyle Britanya ordusuna ait yüzlerce asker ve top Buffalo Nehri’ni aşıp Zulu topraklarına girdi. İngilizler ilerlerken Zulular tarafında henüz bir hareketlilik yoktu. Zulu ordusu Buffalo Nehri’ne 90 kilometre uzaklıkta, başkent oNdini’de (Ulundi), kral Çetvayo’nun huzurunda savaş ritüeli icra ediyordu. Beyaz Kraliçenin (Kraliçe Viktoria) kırmızı askerlerine (red soldiers/redcoats İngiliz ordusu o dönemde kırmızı üniforma ile beyaz başlık giyiyordu) galip gelmek için ant içtiler.
Bu arada işgal kuvvetlerinin üçüncü kolu, Sirayo müstahkem mevkiini az zayiatla almayı başarmış, birçok ganimet ile yüzlerce büyük ve küçükbaş hayvan ele geçirilmişti. Bu zaferle İngilizler moral kazanmış, kibirleri daha da artmıştı.
Bir müddet sonra yağmur ilerleyen İngilizleri zor durumda bıraktı. Nihayet güçlükle Isandlvana tepesinin önündeki geniş ovaya gelen ordu, burada Lord Chelmsford’un emriyle kamp kurdu. Tepenin önünde muntazaman kurulan beyaz çadırlar Lord Chelmsford’u gururlandırmıştı.
21 Ocak 1879’da kendisine gelen ihbarlarda kalabalık Zulu savaşçı gruplarının yaklaştığı bildirildi. Tepelerin ve ovaların yüzlerce Zulu savaşçısıyla dolup taştığı ağızdan ağıza dolaşıyordu. Lord Chelmsford derhal birliklerin büyük bir kısmını toplayarak düşmanı takip etme emri verdi. Yaklaşık 1700 asker ordugâhi korumak üzere Albay Pulleine em- rinde geride bırakıldı. Zuluları takip etmek hayli zordu.
Havalar sıcaktı ve kalın üniformalı Britanya askerleri, yarı çıplak halde çevik bir şekilde tepeden tepeye geri çekilen Zuluları takip etmekte zorlanıyorlardı. Yüzbaşı Penn Symons, hatlarındaki durumun zorluğunu, “Düşmanın 10 ila 500 kişilik dağınık gruplar halinde önümüzden her yöne doğru geri çekilip kaybolduğunu gördük. Adeta gölge avlıyorduk” sözleriyle açıklar. Bir diğer görgü şahidi tercüman William Drummond ise Zuluların üstünlüğünü, “Geri çekilmeye devam ediyorlardı. Olayların gidişatı ve sonucu onların bunu önceden planlayarak uyguladıklarını gösteriyordu” sözleriyle itiraf eder.
“Her yerde Zulu var” Zulular, Britanya ordusunun büyük bir kısmını peşlerinden sürükleye- rek başarılı bir şekilde ordugâhtan uzaklaştırdılar. Bunun üzerine beyaz İngiliz askerler aralarındaki siyahi askerlerden şüphelenmeye başladılar. Zulu ajanlarının ordu içine sızdığı söylentileri hızla yayılıyordu. Top ve tüfek seslerinin duyulmasıyla panik havası baş gösterdi. Bu sırada 20 bin kadar Zulu savaşçısı, çalıların da yardımıyla ana ordugâha taş atım mesafesine kadar yaklaşmıştı. Daha sonra “Uşutu!” (Ushutu) naraları eşliğinde saldırıya geçtiler. Ordugâh- tan uzakta olan Lord Chelmsford ve diğer birliklere top ve tüfek sesleri ulaşıyordu. Birbiriyle çelişen ihbarlar emir komutayı olumsuz etkilemek- teydi. Britanya birlikleri âdeta her yerde Zulu görüyordu. Bu kaotik durumda toplar gereksiz bir şekilde yer değiştiriyor ve tekrar mevzilendiriliyordu. Bu da zaman kaybına sebep oluyordu.
Ordugahtan gelen yardım talepleri bir türlü yerine ulaşmıyor, durumun vahameti anlaşılamıyordu. Chelmsford, ordugâhta olup bitenleri anlayamamıştı. O, bu düşüncelerle boğuşurken, İsandlvana tepesi önünde göğüs göğse ve son derece vahşi bir ölüm kalım savaşı veriliyordu. Boğa boynuzu taktiğiyle ilerleyen 20 bin Zulu ordugâhı tamamen sarmıştı.
Üstte, Lord Chelmsford (1827-1905). Yanda, yerel el yapımı silahlarıyla Zulu savaşçıları, tabancalı bir İngiliz askere karşı.
Birkaç saat sonra top ve tüfek sesleri yerini Zuluların zafer naralarına ve haykırışlarına bıraktı. Chelmsford ve diğer birlikler de yavaş yavaş ordugâha dönmeye başladılar. Artık karanlık çökmüş, tek tük yanan ateşler dışında ordugâh sessizliğe ve karanlığa bürünmüştü. Er William Clarke korkunç manzarayı şöyle açıklar: “Ölü sayısı öyle fazlaydı ki sürekli cesetlere takılıyorduk.” Meydan barut ve ölüm kokuyordu. Günün ilk ışıklarıyla durumun vahameti daha iyi anlaşıldı. Kazanılan zafer tepelerden Zulu savaşçılarının haykırışları sayesin- de hızla yayıldı. Britanya hükümeti ise hezimet haberini ancak 24 saat sonra alabildi. Lord Chelmsford felâket haberini telgraf yoluyla Savaş Bakanlığı’na tek bir cümleyle iletmiş- ti: “Felakete uğradığımızı üzülerek bildirmek istiyorum.”
Ülke 13 kabileye ayrıldı Britanya Güney Afrikası’nın Natal bölgesinde tam bir kargaşa hâkimdi. Dunbar ve diğer birçok şehirde siviller tahliye ediliyor, savunma mevzileri kuruluyordu. Muzaffer Zuluların her an saldırıya geçmesi bekleniyordu.
fakat Zulu Krallığı sadece işgale karşı direnmişti. Natal veya herhangi bir bölgeyi işgal etme niyeti yoktu. Alınan bu ağır hezimetle “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” üzerine deyiş yerindeyse kara bulut- lar çökmüştü. Aşağı ırk kabul edilen Zulular, anlı şanlı İngiliz Generali Lord Chelmsford’u peşlerine takıp oyalayarak ordugâhtan çıkarmayı başarmıştı. Akabinde ordugâha hücum edildi ve Britanya ordusunun üçüncü kolu imha edildi. Hayatta kalan kumandanlar soruşturma esnasında birbiriyle çelişen rapor ve ifadeler verince iş çıkmaza girdi. Ordugâhın neden savunmasız bırakıldığı, niçin gereksiz yere uzun süre Zuluların peşinden gidildiği ve doğru düzgün istihbarat toplanmadığı sorularına Lord Chelmsford cevap veremi- yordu. Kraliçe Viktoria’nın araya girmesiyle asıl sorumlular aklandı. Sıra, hezimetin vebali için bir günah keçisi bulmaya gelmişti. Sorumlu- luk, meydanda hayatlarını kaybeden DD Albay Pulleine ve Albay Durnford’a yüklendi. Ne de olsa ölüler konuşa- maz ve kendilerini savunamazlar! Burada bir parantez açarak Fransa Kralı III. Napolyon’un oğlu Louis’in bir baskında Zulular tarafından
Teknolojik üstünlüklerini kullanan İngilizler Zulu topraklarını işgal ettiler ve ülkeyi 13 kabileye bölüp sınır ihtilafı çıkartarak Güney Afrika’nın da huzur ve istikrarını bozdular. Üstte, General Lord Chelms- ford’un Erzungayan’daki karargahı.
öldürüldüğünü hatırlatalım. Kendisi 1870’te Sedan Muharebesi sonrasında annesi Kraliçe Eugénie ile Britanya’ya iltica etmiş ve Britanya ordusunda görev almaya başlamıştı.
Ntombe ve Hlobane’deki çatışmalar- da Britanya’ya kayıplar verdirilmesi- ne rağmen Zuluların dayanacak gücü kalmamıştı. Kral Çetvayo’nun barış çağrıları Britanya tarafından redde- dildi çünkü Çetvayo ve Zulu sorunu- nu kökten halletmekte kararlıydılar. Şoku üzerinden attıktan sonra tekrar Zulu Krallığı’nın üzerine yürüyen Britanya, bu sefer teknolojik üstün- lüğünü kullanarak galip gelmeyi başardı. Bu üstün güce daha fazla direnemeyen Zulular teslim oldular ve toprakları Britanya tarafından işgal edildi. Kral Çetvayo yakalanarak sürgüne gönderildi ve başkent oNdini başta olmak üzere birçok sivil yerleşim yeri yağmalanarak yakılıp yıkıldı. Ülke 13 ufak kabileye ayrıldı ve çok geçmeden iç savaş çıktı. Britanya’nın açgözlülüğü bir Afrika ülkesinin daha istikrarını bozmuş oluyordu. Zulu toprakları 1887’de Britanya tarafından tamamıyla ilhak edildi.
Britanya daha sonra Boer devletleriyle uzun soluklu bir mücadeleye girdi ve nihayetinde onları da ilhak ederek Güney Afrika sömürgelerini birleştirdi.
Zulu Krallığı toprakları günümüzde Güney Afrika ülkesi sınırları içeri- sinde yer almaktadır ve nüfus 10-12 milyon civarındadır. AngloZulu Savaşı hâlâ önemini korumakta. Nitekim Zulu Prensi Mangosuthu Buthelezi hadiselerin etkisini şöyle açıklar: “1879 olayları büyük çapta yıkım ve tahribat getirdi fakat krallı- ğımızın onuru henüz tam olarak geri kazanılmadı.”